20 Ağustos 2009 Perşembe

Demirler olmasın penceremde


Bazen düşünürüm,dünyaya gelirken neden gülmeyiz de ağlarız diye.Tabi ki bunun tıbbi açıklamaları olmasına rağmen yine de düşünürüm.
Önceleri,sadece karnımızın doyması, ağrımaması bize herşeyi unutturur,sonra çevreyi tanıdıkça,isteklerimiz arzularımız bizi esir eder.Karnımızın açlığı değildir artık bizi uyutmayan ,yalan dünyanın yalancı oyuncakları tüm benliğimizi sarar adeta gözümüz döner.
Evet,hayatın bir kısmı da böyle garip mücadelelerle akıp gider.Sonra başka oyuncaklar karşımıza çıkar.Bir evcilik oyunu düzeneği kurarız,oynarız da oynarız.Eğer şanslıysak ,hayatın diğer kapı ve pencerelerinin kendilinden açılması ,önümüze gelmesi gibi,bu evcilik oyunundan da galip çıkarız. Ancak ;şansımız bizi zorluyor, nefes alabileceğimiz, tüm açılabilir hava boşlukları dışardan birileri tarafından kapatılıyorsa,işte bu da *kader*dir sanırım.Hem de kötü kader...
Bazıları ;kapanmış kötü kaderini değiştirmek için elinden geleni yapar,hiç yılmadan didinir durur,Zamanın neresinde olduğunu farketmiyecek kadar gömmüştür kafasını kuma.O kumun dibinden acaba bir yudum su çıkarmı diye yorulmadan savaşır.Bir de bakmış ki; çıplak bedeni başkalarının ellerinde ,dualar ağıtlar...
Bazıları da;aslında açık olan tüm hava değerlerini ya da kaderlerini kendi eliyle anahtarı birilerine vererek kapattırır.Herşey onlar için oraya kadardır,ne sonrası ne de öncesi vardır hayatın ,nefessiz kaldıklarını bile farketmeyecek kadar aptaldırlar çünkü...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Sevmek mi,sevilmek mi?


Bizim sokağın köşesinden dönerken,o bilindik mahalle pastahanelerinden olan,yıllardır hep aynı yerde sabit kalan,sabahları mis gibi kokan pohaça kokularıyla mahalleyi şenlendiren dükkânın bahçesinde her defasında ...
Ya ikinci baharı yakalamaya çalışan bir çift,ya da alışverişin yorgunluğunu atmaya çalışan iki arkadaş dedikodularıyla birlikte kahvelerini yudumluyorlar.
Bir keresinde bende oturdum ,hatta bir hovardalık yapıp, bir dilim çilekli pasta siparişi verdim.
Arkamda ki masada oturan iki kadının konuşmalarına ister istemez kulak misafiri oldum.Bir tanesi kocasının kendisini hiç sevmediğini düşünürken,diğeri de kocasının kendisini sevmesini sevdiğini söylüyordu.
Sevmek mi mutlu eder insanı yoksa sevilmek mi?
Belli ki bir tanesi çok seviyor,karşılık göremiyor ve mutsuz!!
Diğeri çok seviliyor,kendi sevgisini göstermeye belki fırsat bulamıyor ,ama ,mutlumu değil mi belli değil, nötr!!
O halde nedir?sevmek mi sevilmek mi? Mutluluğun sırrı?
Biri üzüyor,diğeri sıkıyorsa?

Sanırım tek kelime yeterli *AŞK*..Ancak,bu aşk karşılıklı olursa mutluluğun sırrı yakalanmış olur diye düşünüyor insan..

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Beykoz 'da gün batımı




Bir yıl aradan sonra tekrar setlere dönmenin garip heyecanıyla, geç kalmışlığın paniğiyle düştüm Beykoz yollarına.Saat sekizde evden çıkmalıydım,ne yazıkki saat on!
Herşey çok yavaş,trafik yavaş,sokaktaki insanlar yavaş,benim paniğime inat herşey çok yavaş..
Nihayet saat onbir buçukta sete gelmeyi başarabildim.Henüz set ekibi işini bitirmemiş, benim kahvaltı edebilmem için bi zaman dilimini, adeta bana ayırmışlar gibiydi.
Sahilde kocaman bir tekne gözüme ilişti,*sabah kahvaltısı*yazıyordu kocaman bir brandanın üzerinde.Sanki deniz tekneyi uykuya daldırmak için çaba harcıyordu,yavaş yavaş dalgalanarak tekneyi sallamayı başarıyordu.Hemen soluğu o teknede aldım,en uç kısmına oturdum,arkamı karaya ,yüzümü denize dönerek yine derinlere daldım gittim.Ne gelen kahvaltı tabağı ne de miğdemden gelen sesler beni pek ilgilendirmedi..Telefonumun sesine hayıflanıp kendime geldim .Sete gitmeliydim..

Pek içime sindiremediğim çekimler bitmişti nihayet.Saat akşam yedi civarıydı.Hemen sahile koştum ,tadına doyamadığım tekneye..
*Balık ekmek kola 3 lira* yazısı gözüme çarptı bu sefer,inanamadım!!!Hemen siparişimi verdim,gün batımına daldım gittim.Aynı siparişi 2 kez verdim, ya ben çok açtım, güzel geldi bana yada gerçekten çok güzeldi ...

Aslında orda herşey çok güzeldi,en güzeli de gün batımıydı..

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Travma nedir bilirmisiniz???


Adama araba çarpar beyin travması geçirir,bi süre hafızasını falan yitirir tedavi olur eğer şanslıysa iyileşir ,şanssızsa hiç bir şey hatırlamadan uykuya dalar,ya da ölür.Ayrıca trafik kazası olduğu için de hastane masrafından o ve yakınları muaf tutulabilir.

Ama gerçek travma,o çok güvendiğiniz insanlardan yediğiniz üst üste gelen tokatlardan başkası olamaz!!!

Öyle tokatlar atılır ki,kendinizden nefret edersiniz ,nasıl oldu da ben bu hataları yaptım ,nasıl olduda hayatıma giren insanı yada insanları tanıyamadım diye..Bununla kalsa yine iyi,bu travma ,sizi geceler boyu uyutmaz ,hayatınız da hiç düşünmediğiniz sorumlulukların altından nasıl kalkabilirim,ne yapmalıyım da hayatım eskisi kadar rahat ve huzurlu hale gelsin?Bütün bunları düşünürken de içinizi cayır cayır yakar acınız,hiç bir yere sığamaz,yemek yiyemez,uyuyamaz ve düşünemez olursunuz..

Siz hiç böyle bir travma geçirdiniz mi?

Yoksa;acaba ne giysem,ay kızım çorbasını içmedi,aman kocamın suratı asık geldi aldatılıyormuyum,'bu gece kabusla uyandım' korkunçtu, 'of yine istediğim çantayı bulamadım'...

travmalarında mısınız hala?!....